Masal
Kayıp Dünyanın Esirleri
Dalgaların sesi kulaklarıma işliyor; sanki damarlarımdan akan kan o sese karışıyor. Yüzümde derin bir tebessümün oluşmasına engel olamıyorum. Dünya bana gül tadında bir masal anlatıyor.
“Bir varmış bir yokmuş; kayıp bir zamanda kayıp bir dünyada kayıp bir güneş varmış. O dünyanın insanları öylesine nankörmüş ki, gün battığında ortaya çıkan yıldızları taşlamak için onların ışığını söndürecek meşaleler yapmış. Yıldızlar inatla parlamaya çalışırken meşaleler onların ışıklarını yakmış. Artık geceleri gördükleri tek şey, ışığını güneşten aldığı için kaçamayan ay ve kendi meşaleleri olmuş.
Ama bu insanlar onların evlerini, işlerini, gözlerini ve kalplerini adeta parlatan güneşe adeta taparlarmış. Ama o da ne! Güneş, esasında bir yıldız olduğunun farkındaymış. Arkadaşlarının başına gelenler için kendini zorlayıp mızraklarını iyice insanlara uzatmış. Şaşıran insanlar, bir garip sıcakta nefes almış. Ama meşaleleri ile onları zaten terk eden yıldızları kovalamaya devam etmiş.
Tüm bunlara daha fazla dayanamayan güneş ise, çekmiş perdeleri kalbine ve usul usul kanatlarını indirmiş. İnsanlar ise bundan böyle karanlık bir dünyada esirmiş.
Güneş kendine yeni bir dünya bulmuş, kanatlarını onların üzerine sermiş.”
Susmaktan başka bir şey gelmiyor içimden. İyi ki diyorum, iyi ki o kayıp dünyada değilim. Ya da…. Duruyorum. Yoksa ben de o kayıp dünyanın esiri miyim?